Yağmur Beklerken

KİTABIN ADI: YAĞMUR BEKLERKEN
KİTABIN YAZARI: TARIK BUĞRA
YAYIN EVİ VE ADRESİ: TÜRKİYE İŞ BANKASI YAYINLARI
BASIM YILI: 1990

1.KİTABIN KONUSU:
Cumhuriyet döneminin muhtelif kesitlerini romanlarına konu yapan yazar, bu eserinde de Serbest Fırka dönemini ele alıyor ve aynı dönemde Türkiye'deki büyük kuraklıkla siyaset arasında parelellikler kurarak, yine bir Anadolu kasabasından, meseleleri ortaya koyuyor.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Tüm köy halkı,yeni yapılan parkı görmek için sabırsızlanıyordu. Tören saat beş buçukta başlayacaktı. Bu nedenle esnaf ve halk yavaş yavaş parka doğru yola koyulmuş, köy meydanı kalabalıklaşmıştı. Kaymakam Bey ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın mutemedinin de gelmesiyle park açılmaya hazırdı. Rahmi ve amcası Rıza Efendi de açılış için oradaydılar. Rahmi; annesi ve babasını küçük yaşta kaybetmişti. Onu amcası Rıza Efendi büyütüp bu yaşına getirmişti. Okuyup avukat olmasını sağladı. Her ikiside köyün sevilen ve ileri gelenlerindendi Nihayet kısa bir konuşmadan sonra park hizmete açıldı. Rahmi; amcasına artık akşamları ailecek gelip oturabilecekleri bir yer olduğu için sevindiğini anlatıyordu ki; amcası kaşlarını çattı. Cumhuriyetin yedinci yılı olmasına rağmen bu tip sorunlar aşılamamıştı. Rahmi annesinin ve babasının vefatından sonra; amcasının yanında büyümüştü. Amcası Rıza efendi ise onu hiçbir zaman kendi çocuklarından ayrı tutmamıştı. Rahmi okuyup büyük adam olacağına dair annesine söz vermişti; oldu da. Kasabada ki ikinci avukat da o olmuştu. Diğer avukat ise Kenan Bey idi. Kenan Bey ün yapmış , heybetli, babacan ve tuttuğunu koparan birisiydi. Rahmi başlarda onu kendine rakip görmüş fakat daha sonra bundan utanmıştı. Çünkü; Kenan Bey daha Rahmi meslek hayatının başındayken ona bir çok dava göndermişti. Rahmi’nin ise bundan haberi yoktu. Bunu çok sonraları öğrenmiş ve öğrendikten sonra ona bir ağabey gözüyle bakmıştı.
Rahmi’nin durumu; gerek ekonomik açıdan gerekse kasaba içindeki konumu itibarı ile gayet iyiydi. Köyün en güzel evlerinden birinde oturmaktaydı. Eve çok masraf yapmış ve bir köy için lüks bir hale getirmişti. Eşi Güldane ise dünyalar iyisi bir kadındı. Müberrer adında bir kızı, Serdar adında bir oğlu vardı. Rahmi köyde hatırı sayılır, kimsenin selamını esirgemediği bir insandı. Rıza efendi ise çok çalışmış köyün ileri gelen insanlarındandı. O sene köyün başında bir kuraklık belası bulunmaktaydı. Eğer böyle devam ederse bağ, bahçe, tarla kuruyacaktı. Halk daha 5 sene önce yaşanan kuraklığın etkisini yeni yeni atıyordu. Bu yüzden dört gözle yağmur bekleniyordu. Günler geçiyor fakat havalar gitgide sıcaklaşıyor, yağmur ümitleri azalıyordu. Kahvehanelerde, evlerde konuşulan herşey kuraklık hakkındaydı. Dua edilince yağmura kavuşma umudu belirmişti köylülerde. Tüm ahali toplanacak, duaya çıkılacaktı. Nitekim yapılan dualardan hiçbir sonuç alınamamış, bir damla bile yağmur yağmamıştı. Birkaç gün sonra ise havalar birden bire bozmuş, bardaktan boşanırcasına yağmur başlamıştı. Bu yağmur bile anca birkaç gün için yeterli olabilmişti. Rahmi ise bütün buları düşünerek İstanbul’dan su pompası getirtmiş; tarlasını yakındaki bir gölden aldığı ve açtığı kuyulardan çektiği sularla besliyordu. Köylüye de elinden geldiğince yardın ediyordu. Bütün dikkatler kuraklığa odaklanmışken kasaba gündemine ikinci bir konu düşmüştü. Dillerden dillere fırkacılık hakkında birşeyler dolanıp duruyordu. Rahmi ise bunların hiçbirine aldırış etmiyor, ilgilenmiyordu.
Rahmi, yazıhanesinde oturmuş davaları ile ilgili dosyaları inceliyordu ki; Dr. Fazıl Bey ziyeretine uğradı ve ona Kenan Bey’in sağlık durumundan bahsetti. Kenan Bey ağır hastaydı ve Rahmi’yi görmek istiyordu. Kenan Bey Halk Fırkası’na karşı Serbest Fırka’yı kurmak istiyordu. Fakat sağlık durumu bunun için elverişsizdi. Rahmi’nin arkasında bırakabileceği en sağlam ve güvenilir insan olduğu düşüncesindeydi. Rahmi hiç niyeti yokken; Kenan Bey’e olan sevgisinden dolayı kendisini siyasetin ve çıkılmazın içinde buldu. Gazi Paşa artık memlekette muhalif bir partinin de kurulması gerektiği inancındaydı. Bu nedenle Serbest Fırkanın çalışmalarını yoğunlaştırılmasını istiyordu. İşte Kenan Bey’in Rahmi’ye aktardıkları bunlardı. Bu bir memleket davası idi. Kenan Bey’in ölümü ile birlikte bütün tepkilere rağmen Rahmi işe koyuldu ve kasabada Serbest Fırka’yı kurdu. Köy halkı yavaş yavaş değişir olmuştu. İki fırka taraftarları arasında çekişme başlamış, halk bölünür olmuştu. Sevilen Rahmi; selam verilmez Rahmi olmuştu.
Bütün bu gelişmeler Rahmi’nin hayatını altüst etmeye başlamıştı. Avukatlığı bırakmış, kendini fırkanın işlerine adamıştı. Kasabada karıncayı bile inciltmeyen insanlar birbirlerine saldırmaya başlamış, tanınmaz hale gelmişlerdi. Hiçbir yerde huzur kalmamıştı. Evlerde bile siyaset konuşuluyor, akrabalar, komşular birbirlerine küsüyorlardı. Secimler yaklaşıyordu. Rahmi’nin bacanağı, Rahmi’yi hep kıskanmış fesat bir insandı. Aynı zamanda en büyük düşmanıydı. Halk Fırkası’nın saflarında Rahmi’nin aleyhinde propaganda yapan bir yılandı. Bir gün köye gelen müfettişlerce Rahmi gözlemlenmiş ve göze girmişti. Kenan Bey’in vefatı sebebiyle İstanbul’a gittiğinde onunla bu konuda görüşmek istediler. Onu gözlemleyenler Gazi Paşa’ya kadar ondan bahsetmiş ve onu mebusluğa aday göstermişlerdi. Köydeki seçimler bitmişti. Kazanan Halk Fırkası idi. Rahmi kaybetmişti. Ama onu üzen bu değildi. O amacına, hedefine ulaşamamıştı. Derdini kimselere anlatamamış, emekleri boşa gitmişti. Eski yaşamını özlemiş, sakin bir hayata dönmek istiyordu. Akrabaları ile arasını düzeltmek, insanlarla yeniden iyi olmak ve yaşadığı çirkin olayları unutmak istiyordu. Çünkü görmüştü ki kardeş kardeşi kırmış, komşu komşuya düşman olmuştu. Oysa sadece memlekete hizmet etmek lazımdı ve tek bu önemliydi. Sırf hırs uğruna, ihtiras uğruna insanların neler yapabileceğini gördü. Ankara bütün hararetli tartışmalara ve kavgalara rağmen bundan zarar görmeyecekti ama kasabada durum farklıydı. Bu yüzden bu işten elini ayağını çekmeliydi. Her zaman ki gibi evine gitti, çocuklarını ve Ggüldane’yi alıp amcasına doğru akşam yemeği için yola koyuldu. Amcasına vardığı sırada postacı telgraf getirmişti. Telgrafta mebusluğunun kabul edildiği ve Ankara’ya gelmesi gerektiği gerekiyordu. Başından beri bu işlere hiç karışmamasını isteyen amcasıyla gözgöze geldi. O daha sormadan amcası cevap verdi. “ Burada neyimiz eksik.”
Rahmi mebusluğu reddetmiş ve eski yaşantısına geri dönmüştür.

3. KİTABIN ANA FİKRİ :
İnsanlar kendi kişiliklerine uygun işlerle uğraşmalı, alaka ve ilgilerinin dışında olan konulara bulaşmamalıdırlar.

4. KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
1- Rahmi : Kitabın kahramanıdır. Halk tarafından sevilen, sayılan bir insan ve mutlu bir aile babası olan Rahmi, siyasete karışması ve hayatının alt üst olmasıyla kitabın ana teması olmuştur.
2- Rıza Efendi : Rahmi’nin amcasıdır. Ona doğru yolu göstermeye çalışan bir büyüğü canlandırmıştır.
3- Kenan Bey : Gazi Paşa’nın istekleriyle çok fırkalı yönetime geçişe katkıda bulunmaya .çalışan, dönemin vatansever bir aydınıdır.
4- Süleyman : Rahmi’nin kayınbiraderi olup, onun en zor günlerinde yakın takipçisi ve destekçisi olmuştur.
5- Sami : Ramni’nin bacanağı olan Sami bir akrabanın yapabileceği en kötü şeyleri yaparak kitabın akışına ayrı bir hava vermiştir.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Anlatım yönünden güzel bir kitap ancak ; adıyla çok fazla ilgisi kalmamış. Çünkü konu siyaset üzerine fazla odaklanmış. Kitabın sonu kuraklıkla ilgili uygun bir olayla bütünleştirilseydi çok daha güzel olurdu düşüncesindeyim.


6. YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü'nün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı.
Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.

ESERLERİ
Denemeleri: Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uykunun Arasında Romanları: Siyah Kehribar, Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, İbiş’in Rüyası, Firavun İmanı, Dönemeçte, Gençliğim Eyvah, Yağmur Beklerken, Yalnızlar, Osmancık

8 yorum:

Adsız dedi ki...

bence çok güzel sayfa sayısınıda yazın .başkalarınada okumalarını tavsiye ederim

Udeh dedi ki...

Güzel bir kitapmış....

Adsız dedi ki...

bence güzel bir kitap

bjk dedi ki...

çook güzel bir roman

Adsız dedi ki...

güzlmiş

Adsız dedi ki...

Bence harika bir romani özetlemişsiniz TEBRİKLER✌👌👏👆

Adsız dedi ki...

HARİKA��������

Adsız dedi ki...

siyah kehribarıda öneririm ama bu da güzel bir kitap